Kemal Bilbaşar Hangi Akıma Mensuptur?
Bugün bir konu aklıma takıldı: Kemal Bilbaşar hangi akıma mensuptur? İyi de, ben bunu neden düşünüyorum? Aslında, bildiğiniz gibi günlük hayatta kafama takılan konular arasında pek çok şey var: Kahvemi yanlış mı demledim, gece yatağımda bulutlar mı hayal ediyorum yoksa uykusuz muyum, bu hafta sonu nereye gitsem… Ama birden, Kemal Bilbaşar’ın edebiyatına dair derin bir soruya takıldım ve kendimi bu konuda araştırma yaparken buldum. Hadi bakalım, biraz kafa patlatalım.
Kemal Bilbaşar Kimdir? Özetle Bir Bakalım
Önce biraz tanıyalım. Kemal Bilbaşar, 1910 doğumlu ve Türk edebiyatının önemli yazarlarından biri. Ama şimdi soruyorum size, bu adamın hayatına bakıp da hangi akıma mensup olduğunu anlamak o kadar kolay mı? Hadi bakalım, birazcık tarih bilgisi kazanalım ve biraz da eğlenelim.
Bilbaşar, özellikle “Cevdet Bey ve Oğulları” ve “İntihar” gibi eserleriyle tanınıyor. Hani bazen bir arkadaşınıza “bu kitaba çok benziyor” dediğinizde, şıp diye şu lafı duyarsınız: “Aaa, kesin Kemal Bilbaşar okumuşsunuzdur, çünkü onun gibi.” Evet, bir yazar bir toplumun genel ruh halini öyle bir yansıtır ki, neredeyse ismi duyulduğunda bile o edebi akıma yerleşiverir. Ama hangi akımda yer alıyor, işte o soru! Bunu bir çırpıda öğrenmek kolay mı? Hayır, değil. O zaman hep birlikte bir kafa yorarak bakalım!
Kemal Bilbaşar’ın Eserlerinde Hangi Temalar Var?
Şimdi dedim ki, hadi biraz da eserlerine göz atalım. Bilbaşar’ın kitaplarını okurken, karşımıza bir tane belirgin tema çıkıyor: bireyin toplumla mücadelesi, sıkıntıları ve umutsuzlukları. Hani, bazen günün sonunda “Bugün neden hiç mutlu olamadım?” dediğimizde, aslında biraz Kemal Bilbaşar’ın dünyasında yaşıyoruz gibiyiz. O da insanın içsel boşluklarını, yalnızlıklarını, varoluşsal bunalımlarını ele alıyor. Tam olarak ne oluyor? Bir bakıma, varoluşçuluk akımının etkisi var gibi! Evet, bir varoluşçuluk sevdalısı olarak, bu soruyu çok rahat sorabilirim.
Mesela, Kemal Bilbaşar’ın “İntihar” adlı eserini okurken, baş karakterin duygusal çözülüşünü ve içsel çöküşünü izliyorsunuz. Burada ne var? İnsan varlığının anlamsızlığı ve sadece “ben var mıyım, yok muyum” gibi sorular arasında kaybolan bir ruh hali. Hani iç sesim şöyle diyor: “Şimdi sen buradasın ve bir yazı yazıyorsun, ama okuyanlar kim, nereye gidiyoruz?” Aynen o kadar! Eğer bu satırlar size tanıdık geldiyse, Bilbaşar’ın eserlerinden birini okumuşsunuz demektir. Çünkü yazdığı karakterlerin birçoğu içsel olarak bir boşluğa düşüyor ve toplumsal rollerin yükünü taşıyamıyor. Gerçekten de varoluşçuluk bu kadar açık bir şekilde işlenebilir mi?
Kemal Bilbaşar ve Toplum Eleştirisi
Tabii ki varoluşçuluğun yanı sıra bir de toplumcu gerçekçilik var. Hani bazen kendimi düşündüğümde, ofisteki o monoton günler “yazın” gibi geçiyor. Bazen işe gitmek için zorlanıyorum, çünkü içimde bir şeyler eksik. Ama Bilbaşar’ın eserlerine baktığınızda, her şeyin çok daha somut ve derin bir şekilde sorgulandığını görüyorsunuz. Çoğu zaman, insanın toplumdan dışlanması, yalnızlaşması ve hayatın anlamını sorgulaması ön plana çıkıyor.
Bir akşam, arkadaşlarım ile buluştuğumda “Hadi, bu akşam da şuraya gidelim!” diye söylesem de içimde “Ya orada ne var ki, hep aynı şeyleri yapıyoruz, ne anlamı var ki?” gibi sorular dans etmeye başlıyor. Tabii ki dışarıdan bakınca sadece bir kafede buluşup sohbet ediyoruz ama bir taraftan da Bilbaşar’ın “toplumcu gerçekçilik” akımının etkilerini o kadar net hissediyorum ki… Hani, bir yerde bir hata yapmak zorunda kalıyorsunuz ama farkında bile değilsiniz.
Varoluşçuluk mu, Toplumculuk mu? Kemal Bilbaşar Nerede Duruyor?
Şimdi sorum şu: Kemal Bilbaşar hangi akıma mensuptur? Her ikisinden de etkilenmiş olabilir mi? Çünkü, bence Bilbaşar’ın eserlerinde bir varoluşçuluk ve toplumculuk harmanı var gibi. Bazen bir varoluşsal bunalımda kaybolmuş bir karakterle karşılaşıyoruz, bazen de toplumun zorlukları ve acıları üzerinden ciddi bir eleştiri yapılıyor. Sanki içimdeki varoluşçu ses şunu söylüyor: “Yaşadığımız dünya biraz anlamsız, ama yine de varlıklarımızı bir arada tutan bağlar var.” Tabii ki, sonra o bağların toplumsal yapılardan kaynaklandığını düşünüyorum. Kemal Bilbaşar’ın hem bireysel ruhsal bunalımları hem de toplumsal eleştirileri birleştirdiği eserlerinde, toplumun baskısı ve bireyin varoluşsal bunalımı arasında sıkışmış bir dünyayı görebiliyoruz.
Sonuçta Kemal Bilbaşar Hangi Akıma Mensuptur?
Sonuç olarak, Kemal Bilbaşar’ın hangi akıma mensup olduğunu tartışmak, bir anlamda onun eserlerinin derinliklerine inmek gibi. Varoluşçuluk ve toplumculuk akımları arasında sıkışmış bir dünyayı anlatan yazar, kesinlikle her iki akımdan da izler taşıyor. Ama bu, onun yazılarının sadece bir etiketle tanımlanabileceği anlamına gelmiyor. Tam tersi, Kemal Bilbaşar’ın eserleri, insanın içsel sıkıntılarını ve toplumsal baskılarını bir arada işlemesiyle, gerçekten de benzersiz bir noktada yer alıyor. Yani, bir anlamda onun yazıları “Birey + Toplum = Bunalım” formülüne çok yakın bir noktada kalıyor.
Şimdi, bu yazıyı okuduktan sonra da hepimiz biraz Kemal Bilbaşar gibi düşünmeye başlayabiliriz, ama kim bilir, belki de biz zaten birer Bilbaşar karakteriyizdir, farkında olmadan. 😅